Her ne kadar hikâyeler ve efsaneler tüm topluluklarda yaygın olsalar da “edebiyat” olarak adlandırılabilecek olgunun ortaya çıkışı daha nadirdir. Sözlü dillerin birçoğunun bir alfabesi bile yoktur ve yazının, görülebilir dilin, ortaya çıkışı tek başına edebiyatın doğuşunu açıklayamaz. O hâlde edebiyat nasıl ortaya çıkar? Bu makale, güney batı Çin’de küçük bir Tibet-Birman azınlık grubu olan Naxileri ve bu topluluğun ritüel metinlerinin nasıl daha geniş tüketim için bir edebiyata evrilmiş olabileceğini inceleyerek bu geniş kapsamlı soruyu cevaplamaya çalışacaktır.
Bu soru bizi edebiyat tarihine, edebî başlangıçlara, bir örnek olarak da bu konu üzerinde yakın zamanda hazırlanan şu derlemeye götürür: How Literatures Begin: A Global History (Lande & Feeney, 2021). Başlıktan da anlaşıldığı üzere, editörler Joel Lande ve Dennis Feeney bu kitapta edebiyatın başlangıçlarını ortaya çıkarmayı hedeflemektedir ve bu sebeple kitap coğrafi bölümler şeklinde düzenlenmiştir: Çin’den Japonya ve Kore’ye, ardından Hindistan, Yunanistan ve Roma İmparatorluğu’nun Latincesine, daha sonra ise Latin dillerine uzanıyoruz. Kitapta Afrika gibi Afro-Amerikan edebiyat da temsil ediliyor. Ancak “Dünya edebiyatı” üzerine olan bölüm neredeyse kitabın arkasına eklenen birkaç sayfadan ibaret bir dipnot; kitabın bu noktasında dünyanın çoktan katedildiğini varsayabiliriz. Sorun da tam burada yatıyor: Çin ya da Yunan edebiyatı da “dünya” edebiyatı değil midir? Editörler, özetlerinin sonunda, çeviriye yakın bir şeyin dünya çapında edebiyatın ortaya çıkışında ortak bir nokta olabileceği fikri karşısında neredeyse donakalmış gibiler. Dünya edebiyatında çevirinin rolünü yeniden düşünmek edebiyata farklı bir bakış açısı geliştirmemiz anlamına gelebilir: Edebiyat tarihi (ki ben bunun çeviri tarihi olduğunu iddia ediyorum) tamamen merkezsizleştirilseydi nasıl görünürdü? Edebî başlangıçlarda çevirinin rolü meselesi bir bütün olarak dünya edebiyatı meselesine benzerdir: Bağlam bütünüyle kavranamaz. Bu noktada ihtiyaç duyulan daha net bir odaktır ve bu da teleskopik bir bakış gerektirir. Uzakta olanın büyütülmesi gerekir. O hâlde, soruna işaret ederek başlayalım (Çeviri, çağdaş bir çeviri janrı olarak “dünya edebiyatını” üretmek dışında edebiyatı nasıl doğurabilir?), daha sonra ise teleskop ile bakıp daha ince detaylara odaklanmaya başlayalım. Dolayısıyla, Asya ile başlayıp, devlet yönetimine direnen dağ kabilelerinin yaşadığı Zomia’ya doğru zumlayacağız (Scott, 2009). Daha da yaklaştığımızda çok etnikli güney batı Çin’i ve Himalaya eteklerindeki büyük nehir vadilerini görürüz. Odak uzaklığını tekrar büyüttüğümüzde, Lijiang şehri görüş açımıza girer. Bu şehir, Naxi etnik azınlığının kültür başkentidir.
Naxilerin, kehanet konulu kutsal kitapları toplamak için göğe çıkan beyaz bir yarasanın etrafında şekillenen bir mitik anlatıları vardır. Beyaz yarasa hikâyesinin ilgi çekici bir anlatısı ve biraz da şakacı ve kibirli bir kahramanı var. Tıpkı Budist çevirmen Xuanzang’ın Çin geleneğinde Budist edebî kültürünün bir amblemine (kutsal metinlerin aktarıcısı olarak) dönüşmesi gibi, daha açık bir şekilde mitolojik bir karakter olan beyaz yarasa da Naxiler için benzer bir görev üstlenmiştir. Peki bu hikâye nasıl ortaya çıktı? Beyaz yarasaya neden böyle bir rol verildi? Bu efsane nasıl edebiyata dönüştü? Bu makale, Naxi geleneğindeki beyaz yarasa hikâyesini bir örnek incelemesi olarak ele alarak Doğu Himalaya anlatılarının nasıl çeviri yoluyla kitap kültürünün simgesi olan kendine özgü bir edebî hikâyeye dönüştüğünü gösterecektir. Bir edebî eserin A dilinden B diline çevrilmesine kadar, mit ve ritüelden edebiyata uzanan yol çok sayıda çeviriye ihtiyaç duymaktadır. Bunlardan en önemlisi edebiyatlaşma hareketidir ve ben bu hareketin bir gerçekleşme yelpazesi boyunca ilerleyeceğini düşünüyorum. “Edebî gerçekleşme” olarak adlandırılabilecek bu süreci, birincil elden Naxilerin yarasa mitinde görebiliyoruz.
Bu mit, bir dizi çeviri eyleminden sonra edebiyata dönüşebilmiştir: ödünç alma olarak çeviri, brikolaj olarak çeviri, bir geliştirme, süsleme yolu olarak çeviri. Mitin hikâye bölümlerini incelediğimizde, bir dizi farklı kaynaktan derlenerek oluşturulduğunu ve yeni bir şey üretmek için mevcut göstergelerin derlenmesi, yani bir brikolaj olarak çeviri olduğunu göreceğiz. Brikolaj, ufak tefek parçalardan oluşan bir karışımı ifade etmektedir ve beyaz yarasanın hikâyesi çok kültürlü parçalar ile çok dilli parçalardan oluşan bir karışımdır. En sonunda yarasa kutsal yazıtları ele geçirir ancak son derece kibirle doludur ve kendi ihmalkârlığı yüzünden yazıtları altın kurbağanın ağzına düşürür. Daha sonra altın kurbağa öldürülür, vücudu ve iç organları kehanet pratiklerinin yapı taşlarına dönüşür: beş element ve Çin burcu.
Naxi bir yazar olan Sha Li geleneksel Naxi kadın kıyafetlerinde kurbağa sembolünün önemini inceleyen Çince bir denemesinde efsaneyi yeniden yorumladığında, yani 20. yüzyılın sonlarında, efsane edebî bir form kazanır (Sha, 1998). Sha Li anlatıyı çağdaş unsurlarla süsler ve anlatıya Çin kültürüne ait göndermeler ekler. Beyaz yarasa hikâyesinin doğuşunu, bir edebiyat örneğine dönüşümünü hem göstergeler arası çeviri (yani mitten edebiyata veya ‘halk bilgeliğinden’ edebiyata geçiş) ve daha geleneksel anlamda diller arası çeviri (Tibetçeden Naxiye ya da Naxiden Çinceye) olarak ama hepsinden öte doğası gereği diller ve kültürler arası bir süreç olarak daha az gerçekleşmiş bir edebî türden daha çok gerçekleşmiş bir edebî türe çeviri olarak kuramlaştırmaya çalıştım.
Çeviribilimdeki “dışa dönüş” (ourtward turn) ile paralel olarak, bu makale yerleşik kanonlardan ve dünya edebiyatından uzaklaşıp marjinalleşmiş gelenekleri dikkate alan merkezsizleştirilmiş bir yaklaşıma doğru ilerleyerek edebiyat tarihinin tamamen yeniden düşünülmesi gerektiğini savunmaktadır. Çeviri basitçe diller arasında metinlerin aktarılmasından ibaret değildir, aksine doğuşundan itibaren geleneksel çalışmalarda sıklıkla göz ardı edilen edebî geleneklerin dinamik ve akışkan doğasını öne çıkaran, edebiyatın kendisini şekillendiren temel bir dönüşüm ve uyarlama sürecidir. Dikkatimizi dünyanın daha küçük edebiyatlarına odaklandığımızda görüş alanımıza girenler artabilir.