Texte

Son yıllarda, çeviriyi diller arası basit bir aktarımın ötesinde çok daha karmaşık bir olgu olarak ele almaya başlayan yaklaşımlar, beşerî ve sosyal bilimlerin çeşitli alanlarındaki kuramsal çerçeve ve yaklaşımlara da önemli katkılar sağlamıştır. Ancak, çeviri bu genişletilmiş bakış açısıyla tartışılırken siyaset ve siyaset teorisi nadiren dikkate alınmaktadır. Bu durum, özellikle bu geleneğin zengin bir akademik ve entelektüel birikim barındırması —örneğin Antonio Gramsci gibi son derece etkili düşünürler (bkz. Boothman, 2010; Lacorte, 2010) ve Judith Butler (2000)— ve çeviri kavramının son zamanlarda aktivist çevrelerde daha fazla görünürlük kazanmış olması göz önünde bulundurulduğunda dikkat çekicidir. Literatürdeki bu boşluğu doldurmak amacıyla mevcut çalışmada, 2011 yılında İspanya’da yaşanan ‘15M’ ya da diğer bilinen adıyla ‘indignados (öfkeliler)’ hareketi ve bu hareketin siyasi sonuçları açısından çevirinin —hem dilbilimsel hem de kavramsal bir pratik olarak— önemini incelediğim Translating the Crisis (Fernández, 2020) başlıklı monografimde uyguladığım analiz yaklaşımını kullanacağım.

15M Hareketi sonrasında İspanya’da oluşan siyasi ve kültürel atmosferin şekillenmesinde çeviri pratikleri belirgin bir rol oynamıştır. Çeşitli siyasi görüşleri benimseyen yayınevlerince yayımlanan yüksek sayıdaki çeviri eser, eserleri İspanyolcaya tercüme edilen Silvia Federici ve David Harvey gibi entelektüellerin görünürlüğü ve saygınlığındaki artış ve karmaşık çeviri süreçleri sonucunda comunes ve cuidados gibi siyasi kavramların ortaya çıkmış olması, çevirinin oynadığı bu rolü açıkça ortaya koymaktadır. Yeni solcu örgütlerin bünyesinde yer alan birçok aktivist ve siyasi temsilcinin çeviriyi bir siyasi kavram olarak kullanıyor olması da bu eğilimi net biçimde ortaya koymaktadır. Bu duruma, 2015 yılında 15M Hareketi’nin taleplerine cevap vermek amacıyla kurulan ancak daha sonra söz konusu hareketle ve diğer siyasi gruplarla oldukça karmaşık ve gergin bir ilişki geliştiren Podemos partisi örnek gösterilebilir. Podemos’un öncül kadrolarının önemli bir bölümünü siyaset ve sosyoloji alanlarından gelen akademisyenlerin oluşturduğu unutulmamalıdır. Bu durum çevirinin Gramsci, Butler, Bauman ve Boaventura de Sousa Santos gibi düşünürlerin görüşlerini çağrıştıracak biçimlerde kullanılmaya başlanmasında etkili olmuş olabilir (Fernández, 2020, s. 107–128).

Bu makalede, hiyerarşik ve yatay siyasi çeviri olarak adlandırdığım bu iki çeviri pratiği arasındaki farklılıkları inceliyorum. Söz konusu çeviri pratikleri benzer bir çıkış noktasından hareket eder: Ana akım siyasetin dili ile “sıradan vatandaşın” dili birbirinden o kadar keskin bir şekilde ayrılmıştır ki aralarında anlamlı bir etkileşim sağlanabilmesi ancak çeviri pratikleri aracılığıyla mümkün olabilir. 15M Hareketi’ni takip eden süreçte sahada gerçekleştirdiğim araştırmalarda, İspanya’daki sol görüşlü siyasetçilerin, aktivistlerin ve vatandaşların, bu genişletilmiş çeviri kavramını kurumsal siyaset —ya da finans ve medya gibi diğer önemli güç kaynakları— ile sıradan vatandaşlar arasındaki ayrışmaya dikkat çekmek için ne şekillerde kullandıklarını inceledim. Ayrıca, bu pratiklerin bazıları “siyasi teşhir” olarak adlandırdığım bir olguyu da içinde barındırmaktadır. Bu olguya göre, resmî bir kurumun mesajını anlayıp çeviren kişi, sadece ilgili aktörler arasındaki dilsel ayrışmayı ortaya koymayı amaçlamakla kalmaz, aynı zamanda özgün mesajın gizlemeye çalıştığı ideolojik gerçekleri de açığa çıkarmayı hedefler. Bu sebeple, söz konusu çeviri pratikleri iki ana nedenden dolayı epistemolojik önem arz eder: Siyasi müdahalenin belirli bir bilgi birikimi gerektirdiğini (mevcut örnekte farklı diller bilme gereksinimi) ima ederler ve çevirinin güç ilişkileriyle sıkı sıkıya ilişkili olduğunu ortaya koyarlar. Çünkü bir mesajı çözümleme ve yeniden kodlama eylemi çevirmenleri, kurumlar ile vatandaşlar arasında bir arabulucu ya da bu kurumlar tarafından üretilen mesajları sorgulayan bir muhalif konumuna getirir. 

Aralarında çeşitli benzerlikler bulunmasına rağmen, “hiyerarşik” ve “yatay” olarak adlandırdığım çeviri pratikleri epistemolojik ve siyasi anlamda belirgin farklılıklar da barındırır. Hiyerarşik çeviri, yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen bir süreci izler ve genellikle “anlayanlar” (muhalif entelektüeller, sol görüşlü siyasetçiler) ile anlamayanlar (sıradan vatandaş) arasındaki ince ayrıma dayanır. Bu, çeviri yapabilme yetkinlikleri üzerinden kendilerini siyasi bir temsilci olarak meşrulaştırmayı başarmış olan Podemos kadrolarının söylemlerinde sıklıkla görülen bir motiftir. Örneğin, Íñigo Errejón, bir entelektüelin “öncelikle bir çevirmen” olduğunu ve “soyut kavramları ele alıp çevirmek gibi bir görevi ve yetkinliği olduğunu” söylemiştir (Errejón, Soto-Trillo ile röportajında, 2015). Benzer şekilde, 2021’e kadar Podemos’un genel sekreteri olarak görev alan Pablo Iglesias, siyasi iletişimin “bir çeviri çalışması olduğunu, teşhisin halkın anlayabileceği bir söyleme dönüştürülmesinde kilit bir rol oynadığını” savunmuştur (Iglesias, Guedán ile röportajında, 2016, s. 120). Son olarak, filozof Germán Cano (2015, s. 196), Iglesias’ı “teknokratik jargonu” herkesin anlayabileceği “daha basit bir dile” çevirebilme yetkinliğinden ötürü övmüştür. Bu tür argümanlar, entelektüellerin ve siyasetçilerin, bilgi birikimlerini kullanarak dilsel bir aracılık rolü üstlendiklerine ve hatta gerektiğinde dilsel aktarımları denetlediklerine vurgu yapar. Ancak bu süreçte vatandaşlar, bu aracıların ürettiği çevirileri pasif bir şekilde tüketen bir konuma yerleştirilir ve vatandaşların da çeviri yapabilme yetkinliğine sahip olabilecekleri olasılığı göz ardı edilir.

Aksine, yatay çeviri, çevirmenin herhangi bir kolektifi temsil etmediği durumlarda gerçekleşir. Temelde çevirmen, elindeki kurumsal mesajı siyasi bir bakış açısıyla çevirebilme yetisini ortaya koyar. Şüphesiz, bu yetiye sahip olmak, belirli bir bilgi donanımına da sahip olunduğu iddiasını içerir. Çünkü kurumsal dili çözümleyecek kişinin bu dilin temel özelliklerine hâkim olması gerekir. Ancak, bu genel kabul diğer özneleri ve bilgi türlerini yok saymaz. Söz konusu süreçte çevirmen yalnızca özgün mesajın siyasi geçerliliğini sorgular, ancak bu sorgulama konuyla ilgili başka çevirilerin de üretilmesini engellemez. Bu pratiğin siyasi ve epistemolojik sonuçları tamamen farklıdır: Çevirmen bilgiye (veya hissedilen bilgi eksikliğine) dayalı bir siyasi hiyerarşi kurmadığı gibi bilgisini kullanarak bir güç veya ayrıcalık da elde etmez.

Yatay çeviri örneklerini tespit etmek, üretildikleri ortamların özelliklerinden ötürü ve standart çeviri anlayışından radikal bir şekilde ayrılmalarından dolayı daha zordur. Çünkü, siyasi temsilcileri öne çıkaran röportaj ve kitaplar gibi yüksek prestijli türler nadiren yatay çevirilerin konusu olur. Çoğunluğu sosyal medyadan alınan birçok örneğin de gösterdiği gibi, vatandaşlar belirli bir kurumsal mesajı çevirmek istediklerinde, genellikle gösterge ve çağrışım anlamlarını tamamen ayrıştırırlar. Bunun sonucunda, özgün metnin temelde “söylediği” ile çevirinin ima ettiği arasındaki anlamsal yakınlık azalır. Bu vatandaş-çevirmenler için önemli olan, birçok kişinin özgün ifadenin altında yatmasına rağmen fark edemeyeceğini varsaydıkları ikincil anlamları ve önerileri açık etmektir. Aynı zamanda, geleneksel “yazar” ve “çevirmen” ilişkisi tamamen tersine döner. Başka bir ifadeyle, kaynak metnin yazarının olası niyetleri göz ardı edilir. Çevirmen artık söz konusu mesajdan kendisinin ne anladığını ön plana çıkarmayı hedefler.

Yatay çeviri pratiği, şirketler ve “siyasi gurular” tarafından istenmeyen bir gerçekliği örtbas etmek amacıyla üretilen kavramlara muhalefet edilmesinde ve bu kavramlara eleştiriler getirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Özellikle son yıllarda, yeni çalışma koşullarını betimlemek için üretilen sayısız sözcük ve terimle birlikte bu tartışma zirveye ulaşmıştır. Trabacaciones teriminin türetilmesini takiben —İspanyolca’da trabajo (iş) ve vacaciones (tatil) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu terim İngilizcedeki workcation teriminin çevirisi olarak kullanılmıştır— Twitter’daki birçok kullanıcı bu terime yönelik eleştirisini dile getirmiştir. Örneğin, bir kullanıcı (Jorge(r), 2018) bu kelimenin aslında “emek sömürüsü” (explotación laboral) olarak çevrilmesi gerektiğini belirtmiştir. Önerilen bu çeviri kaynak ve hedef dil arasındaki dilsel ilişkiyi bozmanın yanı sıra, kavramları kuşatan ideolojik söylemi de tersine çevirmektedir. Bunun sonucunda, iş ve keyfin bir araya getirilmesini vadeden özgün ifadenin neoliberal çekiciliği, çeviriye rahatsız edici ve olumsuz bir anlam yüklenerek ortadan kaldırılır.

Tüm benzerlikleri ve farklılıklarına rağmen söz konusu genişletilmiş çeviri yaklaşımları, 15M Hareketi “atmosferi” bağlamında ve özellikle hareketin öne çıkardığı bir meseleyi, yani çağdaş demokrasilerin dayandığı uzmanlık sistemine yönelik eleştiriyi dikkate alarak incelenmelidir. Bu noktada epistemoloji ve siyaset önemli ölçüde kesişir, zira karar alma süreçleri büyük ölçüde bilgiye dayanmaktadır. Bilginin nasıl tanımlandığı, kimin bilgiye meşru biçimde erişebildiği ve bu bilgiden türeyen gücün nasıl dağıtıldığı bu süreçlerde belirleyici faktörlerdir. “Yeni” solu temsil eden siyasetçiler, hiyerarşik çeviri anlayışını benimseyerek yalnızca daha da geliştirilmiş bir uzmanlık sistemi önerirken, aktivistler ve vatandaşlar, yatay çeviri pratiklerini benimseyerek siyasi ve mesleki kategorilerin dayatılmadığı, aksine sorgulandığı yatay bir siyaset anlayışını savunmaktadır.

Bibliographie

Boothman, D. (2010). Translation and translatability: Renewal of the Marxist paradigm. In P. Ives & R. Lacorte (Eds.), Gramsci, language, and translation (pp. 107–133). Lexington Books.

Butler, J. (2000). Competing Universalities. In J. Butler, E. Laclau & S. Zizek (Eds.), Contingency, hegemony, universality.

Cano, G. (2015). Fuerzas de flaqueza. Nuevas gramáticas políticas. Los Libros de la Catarata.

Guedán, M. (2016). Podemos. Una historia colectiva. Akal.

Jorge(r). (2018, September 4). Os traduzco: EXPLOTACIÓN LABORAL. [Tweet]. X. Retrieved on 2022, November 22 : https://twitter.com/Revanchaa/status/1036972656694845440 (now private)

Lacorte, R. (2010). Translatability, language and freedom in Gramsci’s prison notebooks. In P. Ives & R. Lacorte (Eds.), Gramsci, language, and translation (pp. 213–234). Lexington Books.

Soto-Trillo, E. (2015, June 16). El laboratorio boliviano de Íñigo Errejón. Estudios de Política Exterior. http://www.politicaexterior.com/actualidad/el-laboratorio-boliviano-de-inigo-errejon/

Citer cet article

Référence électronique

Fruela Fernández, « Synopsis: 15M Hareketi sonrası İspanya’da öne çıkan hiyerarşik ve yatay siyasi çeviri pratikleri », Encounters in translation [En ligne], 2 | 2024, mis en ligne le 02 décembre 2024, consulté le 27 juillet 2025. URL : https://publications-prairial.fr/encounters-in-translation/index.php?id=614

Auteur·e

Fruela Fernández

University of the Balearic Islands, İspanya

Autres ressources du même auteur

  • IDREF
  • ORCID
  • ISNI
  • BNF

Articles du même auteur

Traducteur·rice

Nesrin Conker

Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye

Autres ressources du même auteur

  • IDREF
  • ORCID

Droits d'auteur

CC BY-SA 4.0